The Godfather Fan Sitesi |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Gerçek Adı: Marlon Brando Jr.
Doğum Yeri: Omaha, Nebraska, ABD
Doğum Tarihi: 03.04.1924
Boy : 1.78 m
Takma Adı : Bud (çocukluğunda)
Onu Ünlü Yapan Ne? A Streetcar Named Desire (Arzu Tramvayı), (1951) filmindeki serseri ve maço Stanley Kowalski rolü
Ailesi:
Babası: Marlon Brando Sr.
Annesi: Dorothy Pennebaker, aktris
Ablası: Jocelyn Brando, aktris
Ablası: Frances Brando, aktris
Oğlu: Christian Devi Brando; annesi, Anna Kashfi
Oğlu: Miko Brando, güvenlik görevlisi; annesi, Movita Castenada
Kızı: Rebecca Brando; annesi, Tarita Teriipia
Oğlu: Simon Tehotu Brando; annesi, Tarita Teriipia
Kızı: Tarita Cheyenne Brando; annesi, Tarita Teriipia
Evlatlık kızı: Petra Barrett Brando
Kızı: Ninna Priscilla Brando; annesi, Christina Ruiz
Ödüllerinden Bazıları:
1952: Cannes Film Festivali, En iyi aktör, Viva Zapata!
1952: British Film Academy Ödülü, En iyi yabancı aktör, Viva Zapata!
1953: British Film Academy Ödülü, En iyi yabancı aktör, Julius Caesar
1954: New York Film Critics Circle Ödülü, En iyi aktör, On the Waterfront
1954: Golden Globe, en iyi aktör, Drama, On the Waterfront
1954: British Film Academy Ödülü, En iyi yabancı aktör, On the Waterfront
1954 - Oskar - En iyi erkek oyuncu: On the Waterfront
1954: Cannes Film Festivali, En iyi aktör, On the Waterfront
1955: Golden Globe, En iyi erkek oyuncu
1972 - Oskar - En iyi erkek oyuncu: The Godfather
1972: Golden Globe, En iyi erkek oyuncu
1973: Golden Globe, En iyi erkek oyuncu (Drama), The Godfather
1973: Golden Globe, En iyi erkek oyuncu
1973: National Society of Film Critics Ödülü, En iyi aktör, Last Tango in Paris
1973: New York Film Critics Circle Ödülü, En iyi aktör, Last Tango in Paris
Eğitim:
- Shattuck Askeri Okulu
- New School for Social Research; Dramatic Workshop, (1943-44) Actors Studio
Meraklısına...
- Ünlü olmadan önce bir süpermarkette asansör operatörü olarak çalışmıştı. Kadın iç çamaşırı katına gitmek isteyenlerden utandığı için işi dört günde bırakmıştı.
- Üç kardeşin en küçüğü
- Empire dergisinin "Film Tarihinin 100 Seksi Starı" listesine 14. sıradan seçilmişti (1995)
- Pasifik kıyılarında Tetiaroa adıyla bilinen Polynesian mercan adalarında kendine ait adası var
- 1995'te Larry King Live'de konukken, Larry King'i dudaktan öpmüştü.
- 2001 yılında zatürreden dolayı Los Angelas'ta bir hastanede yatmıştı
- Brando ismi Hollanda ismi Brandeis'dan geliyor.
- Oğlu Miko Brando, Michael Jackson'ın korumalarından biriydi. Jackson ve Brando hep iyi arkadaştılar.
- Kızı Cheyenne 1995'te intihar etmişti.
- Oğlunun cinayet davası duruşmasında, ateist olduğunu söyleyip dini yemin etmeyi reddetmişti
- Entertainment Weekly'nin "Tüm zamanların en iyi 100 eğlence adamı" listesine 12. sıradan seçilmişti (2000)
- Superman (1978) filminde Süpermenin babası rolündeydi, filmde çok az gözükmesine rağmen başrol oyuncusundan (Christopher Reeve) daha fazla ücret almıştı.
- Filmlerinde replikleri ezberlemeyi reddettiği için küçük pusula kartları kullanırdı. Superman (1978) filminde rolleri bebek bezlerine yazılmıştı.
- Amerikan filmlerindeki "Method" aktörlük tekniğinin öncülerinden biriydi.
- Brando Hollanda asıllı
- The Man (1950) filmindeki Ken Wilcheck rolü için haftalarca tekerlekli sandalyeli gazilerle birlikte olmuştu.
- Baba filminde büyük oğlu öldüğünde alnındaki damarın atması sahnesi kendi isteği üzerine filme eklenmiştir
- 8 kez Oskar'a aday gösterilen Brando, Amerikan yönetiminin ve Hollywood sinemasının Kızılderililere karşı tutumunu protesto etmek için 1972'deki Akademi Ödülleri törenine katılmamış, yerine Kızılderili bir kadını göndermiş ve ödülü almamıştı
- Brando 1 Temmuz 2004'te Los Angeles’taki bir hastanede yaşama veda etti. Brando 80 yaşında idi.
Editörün Notu: 20. yüzyılın en iyi aktörü
En büyük oğlu kızkardeşinin sevgilisini öldürdü, kızı Cheyenne intihara kalkıştı, 96-98 arasında çevirdiği filmler gişelerde başarısız oldu ama o hala sinemanın efsanesi. Çünkü, beyaz bisiklet yakalı fanilayla ilk o çıktı ekrana, deri ceketiyle motosikleti üzerinde ‘asi gençliği’ hakkıyla ilk o oynadı. Yıllar geçti, çok az konuşsa da görüntüsü perdeyi öylesine dolduruyor, öylesine etkili duruyordu ki, mafya babasını oynadığı “The Godfather / Baba” filminden sonra hep “Baba” olarak anılmaya başlandı.
3 Nisan 1924 tarihinde ABD'de doğan Brando, birçok kişiye göre yüzyılın oyuncusu, Method yönteminin en iyi uygulayıcısı. Babası bir satıcı, annesi ise tiyatro oyuncusu olan Brando’nun çocukluğu özellikle babasıyla çatışma içinde geçti. Ancak annesi ve iki ablasını hep çok sevdi. Okul hayatı da sorunlu geçen genç Marlon, bir kaç okul dolaştıktan sonra askeri okuldan da atıldı. Belki de 1949 yılında henüz 25 yaşında annesinden etkilenmesiyle oyuncu olmayı düşündü.
1943’te New York’ta bir oyunculuk atölyesine yazıldı ve bir yıl burada çalıştı. Kendisini sinemada farklı bir yere getirecek olan Method yöntemini de burada hocası Stella Adler’den öğrendi. Moskova’da Stanislavsky’nin yanında bu metodu öğrenen Adler, ABD’ye döndüğünde Method yöntemini en iyi öğreten kişiydi. Buna göre aktörlerin oynadıkları her rolü, kendi duygu ve etkileşimleriyle zenginleştirmeleri gerekiyor.
SAHNEYLE TANIŞIYOR
Usta oyuncunun Broadway’le ilk tanışması 1944 yılında “Annemi Hatırlıyorum” oyunuyla oldu. Oyun 2 yıl perdelerini açtı. 1947 yılında Tennessee Williams’ın ünlü “Arzu Tramvayı” oyununda Stanley Kowalski rolünü aldı. Sert, haşin, sarhoş, cahil Kowalski’yi öylesine inandırıcı, aynı zamanda öylesine çekici oynadı ki, artık tüm tiyatro camiası onu konuşuyordu. 1950’den itibaren Hollywood’a adımını attı. İlk filmi “The Men” oldu. Bundan sonra oynadığı her film, sinema tarihinin en önemli filmleri arasında yer alacaktı. Sırasıyla “A Streetcar Named Desire” (1951), “Viva Zapata” (1952), “The Wild One” (1953), “On the Waterfront” (1954), “Guys and Dolls” (1955) filmlerini çevirdi. Elbette ödüller de bu başarıyı perçinleyecekti. 1952 yılında İngiliz Film Akademi ile Cannes Film Festivali’nde Viva Zapata’daki rolüyle En İyi Oyuncu ödüllerini aldı.
1953 yılında yine İngilizler Julius Caesar rolüyle En İyi Oyuncu seçtiler Brando’yu. “On the Waterfront” 1954 yılında dünyada ödül bırakmadı: New York Film Eleştirmenleri, Altın Küre, İngiliz Film Akademisi, Cannes Film Festivali’nden ödülleri peş peşe topladı. Amerika için ödüllerin en büyüğü demek olan Oscar ise, 1955 yılında yine “Rıhtımlar Üzerinde / On the Waterfront” filmiyle geldi. Üstlendiği rolleri öylesine canlı, öylesine inandırıcı ve yeri geldiğinde öyle şiirsel oynuyordu ki, perdede görüldüğü anda diğer tüm oyuncuları siliyor, tüm hikayenin ortasına yerleşiyordu. 1950’li yıllarda Hollywood’daki oyunculuğu en çok etkileyen isimdi.
BİR İDOL
“The Wild One / Vahşi Hücum” filmindeki motosikletli, blucinli, deri montlu asi genç tiplemesinde tüm gençler kendilerini onda buldu. James Dean ile birlikte gençliğin idolu olmuştu. İki aktör aynı zamanda iyi birer arkadaştı. Bu dostlukları Dean’in ölümüne kadar sürdü. Sinemada hızlı ve sağlam adımlarla ilerleyen Brando, sanki oyunculuk için doğmuştu. Her na kadar “Oyunculuk boş ve yararsız bir meslektir” dese de sinemadan vazgeçmiyordu. Burjuva ahlâkına ve aşırı düzenli bir yaşama karşı başkaldırısını özel yaşamından filmlerine de gayet güzel taşıyordu.
Ancak 1955 yılından sonra çevirdiği filmler ilklerini aratır olmuştu. “The Teahouse of the August Moon / Çayhane”, “Sayanora”, bir Tennessee Williams filmi olan “The Fugutive Kind / Kaçak”, ilk ve son kez yönetmenliği denediği “One Eyed Jacks / Aşk ve İntikam” fazla başarılı bulunmadı. 1957 yılında aktrist Anna Kashfi ile evlendi. İkinci evliliğini ise 1960 yılında Meksikalı oyuncu Movita Castenada ile yaptı.
AZINLIKLARIN YANINDA
Her zaman azınlıkların yanında yer alan Brando, bu konuda çalışan kurumlarda da yer aldı. 1961 yılında “Mutiny on the Bounty / Denizde İsyan” filminin çekiminde sette kan kusturdu. Yönetmen Carol Reed işi yarıda bıraktı. Senaryoya sürekli müdahale etmesi, huysuzluklar çıkarması çekimleri uzattıkça uzattı. Maliyeti giderek artan film, gişelerde de zarar etti. Filmin çekiminde bulunan herkes perişanken Brando Tahiti’de çok mutluydu. Burada Tahitili Tarita ile evlendi. Farklı ırklara ve halklara olan ilgisi daha sonraki yıllarda da sürecek;oyunlarında zencilere yeterince rol vermediği için Tennessee Williams’a kızacak, Kızılderililer’in hakları için epey mücadele edecek, Oscar’ı bile reddedecekti.
Aralarında Charlie Chaplin’in yönettiği “Hong Kong’lu Kontes” (1967) gibi komedi filmlerinde oynasa da bunlarda başarılı olamayacaktı. 60’lı yıllarda göze çarpan birkaç filminden biri olan ırkçılık karşıtı “The Chase / Kaçaklar” (1966) filminde bir star için o güne dek görülmemiş derecede dayak yiyecek; John Huston’un yönettiği “Reflections in a Golden Eye / Pırıltılı Gözler”de (1967) ise eşcinsel bir subayı canlandıracaktı. Ancak 1971 yılına kadar çevirdiği diğer filmler, hemen herkese “Brando efsanesi bitti” dedirtecek kadar başarısızdı. Oysa o sinemanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncularındandı ve öyle kolay kolay sahneyi terk etmezdi.
VE ‘BABA’ DOĞUYOR
1971 yılında Francis Ford Coppola’nın yöneteceği “The Godfather / Baba” filmindeki “Don Vito Carleone” rolü için adı geçti. Bu rolü kapmak için deneme filmi bile çevirdi! Ama rolü aldı. Birkaç kuşak yaşlandı, tipini değiştirdi ve filmin unutulmaz “Baba”sını yarattı. Bu unutulmaz filmle ikinci kez Oscar ödülü kazansa da ödülü almaya gitmedi. Yerine bir Kızılderili kadını göndererek Oscar’ı protesto eden bir metin okuttu. Belki Brando Oscarsız kaldı ama Kızılderili hakları savaşımında önemli bir adım atılmış oldu.
Ardından Bertolucci’nin unutulmayan “Last Tango in Paris / Paris’te Son Tango” filmi geldi. Yaşlanmaya başlayan, ölüm saplantılı, bencil bir adamın kendinden çok genç bir kızla, sadece sekse dayalı ilişkisinin anlatıldığı filmde, inanılmaz bir performans sergiledi. Sanki, filmdeki Paul’ün korkularını asıl o yaşıyordu. İki oyuncunun cüretkâr aşk sahneleri, filmin Amerika’dan İtalya’ya denetimle başının derde girmesine neden oldu ama bu bir yandan filmin şöhretini pekiştirdi.
Yeniden oyunculuğun boş ve gereksiz olduğu yönünde demeçler vererek Tahiti yakınlarında satın aldığı adasına çekildi. Ancak para kazanması da gerekiyordu. 1978’deki “Superman” filmindeki kısacık rolü -10 dakika- için astronomik bir ücret talep etti, üstelik kabul da edildi. Böylece kısa süreli, konuk oyunculuklar kabul etmeye başladı. Savaş dramı“Apocalypse Now / Kıyamet”, “A Dry White Season / Kuru Beyaz Bir Mevsim”, “The Freshmen”, “The Discovery” kısa süreli göründüğü filmlerden bazılarıydı. Ancak, bu kısa rollerde bile usta aktör filmin ilgi odağı oluyor, tüm dikkatleri üzerine çekiyordu. Örneğin Kıyamet ve bu kez yardımcı dalda Oscar’a aday gösterildiği “Kuru Beyaz Bir Mevsim” gibi.
90’larda kesintili olarak sürdürdüğü sinema yaşantısı Johnny Depp ile rol aldığı “Don Juan de Marco” (1995), hasta ruhlu bir adamı canlandırdığı “The Island of Dr. Moreau / Doktor Moreau’nun Adası” (1996), “The Brave” (1997) gibi yapımlarla devam etti. 2000 yılı içerisinde Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez’in aynı adlı romanından uyarlanan “ Autumn of the Patriarch ” adlı filmde rol alan Brando, bir yıl sonra ünlü oyuncular Robert de Niro ve Edvard Norton ile birlikte "The Score / Komplo" filmiyle kamera karşısına geçti.
EFSANENİN HOLLYWOOD'U TERK EDİŞİ
Sinemanın "Baba"sı Brando, 2 Temmuz 2004'de, bir süredir tedavi gördüğü Los Angeles'taki bir hastanede hayata gözlerini kapadı. Ölüm nedeni bir süre gizli tutulan aktörün menajeri Jay Cantor, Marlon Brando'nun akciğer rahatsızlığı nedeniyle vefat ettiğini söyledi. Sinema dünyası da Marlon Brando'nun ölümünden dolayı yas tutuyor. Francis Ford Coppola, 'Sadece onun gidişinin beni üzdüğünü söyleyeceğim' dedi. James Garner de 'Amerika, önde gelen film yıldızını kaybetti. O en iyisiydi ve çok da iyi bir arkadaştı' diye konuştu. Sophia Loren, Brando için; 'Onun gibi aktörler ölümsüz olmalı' ifadesini kullanırken, Terence Stamp de 'O çok zor bulunan bir elmastı' şeklinde görüş bildirdi. Bernardo Bertolucci, Brando'nun ölümsüz hale geldiğini belirtirken efsaneyle 'Rıhtımlar Üzerinde' filminde rol alan Eva Marie Saint de 'Onunla birlikte oynadığım sahneler benim için her zaman hazine değerinde. O en büyük aktörlerden biriydi' değerlendirmesini yaptı.
BİLİNMEYEN GERÇEKLER
Brando, son günlerinde de eski hizmetçisi Christina Ruiz'in tehditleriyle bunaldı. Brando'nun 10 yaşındaki otistik çocuğu Timothy'ye bakması için aralarında anlaşma olduğunu savunan Ruiz, ünlü aktöre telefonlar açarak her ay kendisine 10 bin dolar ödemesine ilişkin anlaşma yaptıklarını, anlaşmaya uymaması halinde 100 milyon dolar tazminat istemiyle mahkemeye başvuracağını belirtiyordu. Ancak, Brando'nun beş parası yoktu. Borç batağı içindeki aktör, ailesi ve arkadaşlarına geçen yıl ölüme hazır olduğunu söylese de asla vazgeçmedi. Yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen "Big Bug Man" adlı çizgi filmde para kazanmak uğruna seslendirme yapmaya karar verdi. Ancak, sinema efsanesinin ömrü bu projeyi gerçekleştirmeye yetmedi.
Marlon Brando, ölmeden birkaç ay önce, öldükten sonra yakılarak küllerinin adasının çevresine serpilmesini, cenazesinde ise yakın arkadaşı aktör Jack Nicholson'ın kendisini anlatmasını vasiyet etmişti. Yaşama borç batağı içinde veda eden Marlon Brando'nun haczedilmemesi için Oscar ödülünü sakladığı ortaya çıktı. Marlon Brando, hayatının son günlerini tek odalı bir bungalovda devlet yardımıyla geçirdi. Brando, servetini cinayet işleyen oğlunu hapisten kurtarmak için harcadı.''Big Bug Man'' adlı filmde seslendirme yaparak para kazanmaya karar veren 80 yaşındaki oyuncu, son günlerinde de hizmetçisinin tehditleriyle bunalmıştı.
''Benim hayatımdaki en büyük sefalet, ünlü ve servet sahibi olmaktır. Eğer Hollywood'daysam bunun sebebi parayı geri çevirecek ahlaki cesaretimin olmaması''. Hollywood'un pırıltılı dünyasını sevmediğini bu sözlerle ifade eden dev aktör Marlon Brando'nun, borç batağı içinde hayata veda ettiği ortaya çıktı. Internetteki ''imdb'' sitesinin haberine göre, Marlon Brando efsanesini kısa bir süre önce yayınlanan ''Brando in Twilight'' adlı kitabında anlatan Patricia Ruiz, 80 yaşında yaşamını yitiren aktörle ilgili pek çok gerçeği burada kaleme aldı. Kitaba göre, tek odalı bir bungalovda devlet yardımıyla geçinen Brando, ''Rıhtımlar Üzerinde-On the Waterfront'' filmiyle kazandığı Oscar ödülünü haczedilmemesi için saklıyordu.
FİLMLERİNDEN BAZILARI
- The Men (1950)
- A Streetcar Named Desire (1951)
- Viva Zapata! (1952)
- Julius Caesar (1953)
- The Wild One (1953)
- On the Waterfront (1954)
- Désirée (1954)
- Guys and Dolls (1955)
- Operation Teahouse (1956) (kısa metraj)
- The Teahouse of the August Moon (1956)
- Sayonara (1957)
- The Young Lions (1958)
- The Fugitive Kind (1959)
- One-Eyed Jacks (1961) (aynı zamanda yönetmeni)
- Mutiny on the Bounty (1962)
- The Ugly American (1963)
- Bedtime Story (1964)
- Morituri (1965)
- The Chase (1966)
- The Appaloosa (1966)
- Meet Marlon Brando (1966) (kısa metraj)
- A Countess from Hong Kong (1967)
- Reflections in a Golden Eye (1967)
- Candy (1968)
- The Night of the Following Day (1968)
- Burn! (1969)
- King: A Filmed Record... Montgomery to Memphis (1970) (belgesel)
- The Nightcomers (1972)
- The Godfather (1972)
- Last Tango in Paris (1972)
- The Missouri Breaks (1976)
- Raoni (1978) (belgesel) (sunucu)
- Superman (1978)
- Apocalypse Now (1979)
- The Formula (1980)
- A Dry White Season (1989)
- The Freshman (1990)
- Hearts of Darkness: A Filmmaker's Apocalypse (1991) (belgesel)
- Christopher Columbus: The Discovery (1992)
- Don Juan DeMarco (1995)
- The Island of Dr Moreau (1996)
- The Brave (1997)
- Free Money (1998)
- The Score (2001)
- Superman Returns (2006) - Ölümünden sonra yayınlanmış, arşiv görüntülerinden Jor-El karakteri kullanılmıştır
- Superman II: The Richard Donner Cut (2006)
- Big Bug Man (2008'de vizyona girecek) (seslendirme)
Marlon Brando (3 Nisan 1924 - 1 Temmuz 2004), 20. yüzyılın en önemli sinema oyuncusu olarak gösterilen, Oscar kazanmış Amerikalı aktör.
En tanınmış filmleri "A Street Car Named Desire", "On The Waterfront" ve "The Godfather" (Baba). Küçük yaşta tiyatroya başlamış olan aktör, New York'ta Lee Strassberg, Elia Kazan ve Emir Zahirovic'den senelerce oyunculuk dersi almıştır. Ancak kendisi üzerinde en önemli etkiyi Stella Adler'in (dolaylı olarak ünlü Rus tiyatrocu Stanislavski'nin) yapmış olduğunu ısrarla belirten Brando, Actors Studio'nun kurucularından olmasa da 1952'den itibaren stüdyonun dünya çapında ün kazanacağı dönemde başında bulanan Lee Strasberg'in kendini hocaların hocası gören kibirli tavrı karşısında hep muhalif olmuştur. Oyunculuk hayatı üzerinde, bir zamanlar Henry Fonda'yı sahnelere kazandıran tiyatrocu annesinin etkisi olduğunu da yadsımaz. "Hala Hollywood'da bulunmamın tek nedeni parayı reddedecek ahlaki cesaretimin olmayışıdır" diyecek kadar cesur, 1974'te The Godfather filmiyle aldığı Oscarı reddedecek kadar da asi biriydi. 2. Oscarını Amerika'nın Kızılderililere karşı uyguladığı politikayı protesto etmek için ödülü almaya dahi gelmemiştir. On the Waterfront (Rıhtımlar Üzerinde) ile gerçekleştirdiği performansla tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olduğunu kanıtladı; ama Brando'nun yakın dostu Elia Kazan'ın da bu başarıda rolü vardı. Elia Kazan film için başta Frank Sinatra ile anlaşmış olmasına rağmen, yapımcı Spiegel'in de etkisiyle Brando'yu başrole koymuştur. Kült filmler arasına giren bir diğer filmi ise "Last Tango in Paris"'te Bertollucci ile çalışmıştır. Brando ülkesinde Kızılderili ve siyahların hakları için aktif olarak çalışmış, bu yollarla pek çok düşman edinmiştir. Oğlunun mahkemesinde kendisini 'ateist' olarak tanımlasa da, dini inancı bulunduğunu hayatının akışında pek çok yerde belirtmiş, özellikle kızılderili manevi inançlarına kendini yakın hissettiğini belirtmiştir.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 110659 ziyaretçi (348763 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|